FUKAHA-İ KİRAMIN NAKİLLERİNİN

HULASASI VE BA’ZI İZAHAT

 

PEYGAMBER EFENDİMİZİN HZ. MUAZ’A TENBİHATI

 

         Hazret-i (Muâz) efendimiz bir gün yatsu namazında çok uzun okudu. Cemâ’atten bazısı Aleyhissalâtü vesselam efendimize -  Tahammül edemiyoruz – diye şikayet ettiler. Onun üzerine şu hadîs- i şerîf varid olmuştur : (İçinizde cemâ’ate nefret verecek derecede uzun okuyanlarınız vardır. Her kim  imam olursa tahfif etsin. Zira cemaatin içinde ihtiyarı olur, zaifi olur, hastası olur, işi olanlar olur. Ayrı kılanlar istediği kadar uzun okusun) buyurulmuştur. (61)(İbni Abidin, C.1, S. 416 Okuma bahsi)

         Ve Hazret-i (Muaz) a ayrıca tenbihat da icra buyurulmuştu. Ulema, bu hadis-i şeriften, sünnet mikdarından fazla okumaktan nehyolunmuş olduğunu anlamışlardır. Ezcümle (Dürrü Muhtar) da: Cemaat ister razı olsun ister razı olmasın imamın sünnet mikdarından fazla okuması tahrimen mekruhdur demiştir. (62) (İbni Abidin Kenarındaki Durru Muhtar, C. 1, S. 416 Okuma bahsi)  Şeyh (ismail) de: Cemaat mahdut olursa, ittifakla razı olurlar ise uzun okumakta zarar olmadığı anlaşılıyor demiştir. (61) (İbni Abidin, C.1, S. 416 Okuma bahsi)

         (Dürer) kitabını haşiyeleyen (Şurunbulali), bu hadis-i şeriften eğer imam, cemaate usanç geleceğini anlarsa kıraetini, isterse sünnet mikdarından eksik olsun istediği kadar kısaltabilir manasını anlamıştır. Bu söz (Merakıyulfelah) kitabında da vardır. Lakin bu kitabın müellifi de (Şurunbulali) olduğu için ikisi de bir adam sözüdür. Demek oluyor ki; bu hadis-i şeriften bu manayı anlayan yalnız (Şurunbulali) dir. Yine Şurunbulali, teravih bahsinde: Euzü besmele ve sühhaneke ve rüku ve sücud tesbihleri vesaire gibi hiçbir sünnet, cemaat için terkedilemez, demiştir. (63)(Durer kenasındaki tahtavi C.1, S. 150 Teravih bahsi) Bu söziyle evvelki sözünün tenakuz ettiği de görülmektedir. Kendi sözünü kendi çürütmüş demektir. Fakat her ihtimale karşı bu sözün cevapsız kalmasını muvafık görmeyerek ulemayi kiram şeriat esaslarına ve muteber kitaplara dayanarak birçok cevaplarla reddetmişlerdir. Ezcümle:

         (İbn-i Abidin), (Şurunbulali) nin bu sözünün üzerine bizim de sözümüz vardı, deyip sözüne başlıyor. Diyor ki:

         1- Bu söz (Sirac ve Muzmerat) gibi mutebar kitabların sözlerine muhaliftir. Çünki onlar kıraeti tahfif etmek demek, kıraeti sünnet mikdarına indirmek manasınadır. Yoksa sünnet miktarından aşağı düşürmek manasına değildir, diyorlar.

         2- Sünnet miktarı en zaif adamlara da çok olacak bir mikdar değildir. Zira aleyhissalatü vesselam efendimiz, kendine zaif ve hasta adamların da iktida ettiğini bildiği halde yine böyle okurdu, adet-i seniyyelerini değiştirmezdi. Ancak zaruret zamanlarında tebdil buyururlardı. O da uzun sure yerine kısa sure okumakdan ibaret idi.

           3- Hazret-i Muaz’ın cemaatinin peygamber-i zişanımız sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerine şikayet ettikleri ve aleyhissalatü vesselam efendimizin de (Ya Muaz, sen ahaliyi derde mi düşürüyorsun) diye başlayarak tahfifini emir buyurduğu kıraet; sünnet mikdarından fazla bir kıraet idi. (feht) kitabında (Kemal) diyor ki: Uzun okumak demek (Sünnet mikdarından fazla okumak demektir.) Aleyhissalatü vesselam efendimizin nehy buyurduğu da bu idi. Sünnet olan kıraet de alayhissalatü vesselam efendimiz devam buyurduğu kıraettir. Şu halde aleyhissalatü vesselam efendimiz zaruret olmadıkça sünnet-i seniyyelerinin hilafında gerek fazla ve gerek eksik okumaktan nehy buyurmuştur. Ve Muaz’ın şikayet edilen kıraeti, (Sahih-i Müslim) de beyan olunduğuna göre sure-i bakara kıraeti idi. (Müslim) diyor ki: (Muaz) namaza sure-i bakara ile başladı. Cemaatten biri dayanamayıp eğilmeğe başladı. Hemen selam verip namazdan çıktı. Kendi başına kılıp bıraktı gitti. (Muaz) ın kıldırdığı namaz da yatsu namazı idi. Aleyhissalatü vesselam efendimiz ( Muaz) a bu tenbihi icra buyurduğunda (veşşems-i vedduha) ve (sabbih  ism-i rabbiken ala) ve (ikra bismi rabbike) ve  (Elleyl-i iza yağşa) gibi surelerin okunmasını tavsiye buyurmuştu. Esasen bu sureler de yatsu namazında sünnet olan surelerdendir. Bu, kıraeti tahfif emri, cemaatin tenbelliği için değildi. Çünkü (Muaz) ın cemaatinde tenbellik yoktu (her cemaatte olduğu gibi tahammül edememek manasına) özür mevcud idi, binaenaleyh; bu tahfif emri cemaatin keyfini yetirmek için değildi. Hallerine merhamet idi. Evet zaruret zamanlarında uzun sure yerine kısa sure okumak da olabilirdi. Zira Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz sabah namazında (Muavvezeteyn) okudu. Namazdan sonra eshab-ı kiram hazeratı, namaz kısaldı mı ya Resulallah sallallahü aleyke ve sellem diye sordular. Cevabında, bir çocuğun ağladığını işittim (namazda olan) validesinin muztarib huzuru bozulmasından korktum da onun için kısa okudum buyurmuştur diyor. (İbn-i Abidin) bunları naklettikten sonra, diyor ki: Bundan anlaşıldığına göre, bir hatunun çocuğu ağlamasiyle validesinin namazda huzuru bozulacak bir hale gelmesi gibi bir zaruret bilfiil tahakkuk etmedikce kıraet sünnet miktarından aşağı düşürülemez. Ve (Muaz) hadisinden anlaşıldığına göre de cemaatin zafından dolayı yine sünnet mikdarından aşağı düşürülemez. Çünkü aleyhissalatu vesselam efendimiz, (Muaz) ın cemaatinde görülen bir özür sebbiyle (Muaz) a tahfif emrini verirken yatsu namazında okunması sünnet olan surelerden aşağısını talim buyurmadı, Ziyadesinden nehy buyurdu. Şu halde (Şurunbulali) nin bu hadis-i şeriften: imam cemaette gördüğü herhangi bir hale göre alelıtlak kıraeti, velev sünnet miktarından aşağı olsun kısaltabilir manasını anlaması doğru değildir. Gerçi (Bahr) kitabında (Mücteba) kitabından alarak (Hasen) in İmam-ı Azamdan naklen:

         Bir adam farz namazda; fatihadan sonra üç ayet okursa iyi yapmış olur, kötü etmiş olmaz, sözünü yazıyorsa da bu söz bizim sözümüze aykırı değildir. Çünki iyi yapmış olur demek, cavib olan kıraetin yerini tutabilecek kadar okuduğu için iyi yapmış olur demektir. (Kötü de etmiş olmaz) demek de kerahet-i şedide derecesine varmış, yani fazla bir keraet işlemişde olmaz demektir. Çünkü isaetin manası kerahet-i  tenzihiyyeden fazla bir kerehat demektir. Binaenaleyh bunda keraheti tenzihiyye olduğunu (Hasen) de inkar etmiş olmuyur deyip, (İbn-i Abidin) sözüne nihayet vermiştir. (64) (İbni Abidin C. 1, S. 416 İmim bahsi)

         Hulasa Aleyhissalatü vesselam efendimiz her cemaatte vukuunu kaviyyen muhtemet olan özürler sayıp bu özürler vukuundan evvel dikkate alınarak tahfif-i kıraet lazım geldiğini emir buyurmuş, ve ne dereceye kadar tahfif edilebiceğini de kavlen ve fiilen beyan buyurmuş, ve nadiren vaki olacak özürlere karşı da vukuu tahakkuk ettikten sonra ona da riayet edilebileceğini ve bu riayet uzun sure okunacak yerde kısa sure okumaktan ibaret olduğunu da keza fiilen göstermiştir. Gerçi sünnet miktarı kıraete tahammül edemiyecek derecede zaif ve hasta olanlarda olur ama onlar cemaate gelmemek hususunda mazur addedilirler, gelmediklerinde mesul olmazlar. Cemaatin tenbelliği özür de sayılamaz. Çünki tenbellik canı istemediği için bir işi terk etmek demek olduğundan şeriatin emirleri ahalinin arzusuyla bağlı değildir. 

         Binaenaleyh (Şurunbulali) nin, imam cemaate usançlık geleceğini anlarsa sünnet mikdarından eksik de okuyabilir sözü doğru olmadığı verilen cevablardan anlaşılmıştır.

         İmam, sünnet mikdarının hududu dahilinde cemaatin haline göre bazı teshilat yapabilir (Muhit) (İhtiyar) kitablarında: (Kıraetin efdali cemaate ağır gelmiyecek ve hafif gelecek kadar olanıdır) ve (Kıraeti uzatmak cemaati çoğaltmak efdaldir) diye verilen fetvalar hep bu manayadır. (65) Yoksa sünnet mikdarından aşağı düşürülebilir manasına değildir. Mesela her bir vakt namaz için mesnun olan surelerin uzunları da var, kısaları da var. Uzunlarını okuduğunda cemaatin azalacağını anlarsa kısalarını okur ve teravih namazında iki kere hatm fazilet ve üç kere hatm efdal idi. Cemaatin azalacağını anlarsa bir hatm ile iktifa eder. Fazlalarına nisbetle bunlarda hafiflik vardır. Çoklukla namaz kılmak efdaldir, müstehabdır. Yani olursa iyi olmazsa bunda bir kerahat ve günah yoktur. Fakat sünnetin terkinde kerahet ve günah vardır. O halde müstehab olan büyük cemaati temin etmek için sünnet terkolunamaz. Ve sünnet mikdarının en yükseklerinde bile şer’an matlub olan hafiflik vardır. Eğer olmasa idi Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz tahfif-i kıraet emrini verdiği halde kendisi öyle kıldırmazdı. Bu fetvaler, bu hafiflerin içinden bu zamanda en hafiflerini seçmek daha iyi olduğuna dair verilmiş fetvalardır. Bu fetvaların bu manası açık iken, sünneti bırakmak caiz olduğuna delil zannetmek pek açık bir hatadır.

         (Müntehalenhur) kitabı da: (İhtiyar) kitabının bu fetvasını bu manaya anlıyor, yani sünnet miktadarı içinden en hafifini okumalı demek istediğini söylüyor. Tercih edilen rivayete göre sabah namazında kırk ayet, altmış ayet, yüz ayet okumak sünnettir, sözlerinin üzerine (Münteha) kitabı diyor ki asl gözetilecek nokta, (ihtiyar) kitabının dediği gibi yalnız kılacaksa çok sevab almak için sünnetin en yüksek mikdarını okumalıdır. Eğer imam olacaksa cemaatin azalmasına sebeb olmıyacak derecedekini okumalıdır, diyor. (66) (Muhteha, C. 1, S. 63 Okuma bahsi) İşte sünnet mikdarının hududu dahilinde en hafifini tavsiye etmek istediğini söylüyor.

         (Bahr) kitabında (Bedayi) kitabından nakil olarak:

         Cemaate ağır gelmeyecek ve hafif gelecek kadar okumalıdır, sözü şer’an matlub olan mikdar tamam olduktan sonraya aid bir sözdür diyor ve (Hulasa) kitabı da böyle söylüyor. Yani bu fetvaların bu manaya olduğunu anlatıyorlar. (67) (İbni Abidin C.1,S.399 okuma bahsi)

         Şer’an matbul olan miktarın tamam olması da mesuleyetten kurtulacak dereceye varmış olmasiyle olacağı tabiidir. Mesuleyet de farz, vacib, sünnet mikdarının terkinden ileri geldiğini (Bahr) kitabı kendi de söylüyor. Binaenaleyh, imam sünnet mikdarının hududu dahilinde cemaatin halini gözetebileceğini söylemiş oluyorlar. Ve yine (Bahr) kitabında imamın, cemaatin haline riayeten kıraetini tahfif etmek salahiyeti ve mecburiyeti sünnet mikdarından fazlaya ait bir mesele olduğunu (Sirac ve Muzmerat) gibi muteber kitablarda mezkurdur. Hatta (Feth) kitabında bunun geniş ve delilleriyle bahsi bile vardır. Yoksa iş, bazı imamların anladığı gibi, yani cemaatin haline riayeten sünnet mikdarından eksik okumak da bizim salahiyetimiz dahilinde imiş deyip de sabah namazında kısa sûreler okuyor dedikleri gibi değildir diyor (61) .

         (Fetavayi Hindiyye ) de (Tebyin) kitabından naklen imam  olacak kimsenin, kıraetinin sünnet mikdarını bilir olması lâzımdır diyor (68). (Hindiyye, C.1,S.87,İmam bahsi.)

         (Fetavayi Bezaziyye ) de ; eğer imam sünnet mikdarına riayet etmiyorsa cemâat ona uymaz diyor (41).

         (Müntehâ) kitabında (Bahr) kitabından naklen : Eğer imam teravihi hatm ile kıldırmıyorsa cemâ’at o imamı bırakır, hatm ile kıldırana gider, diyor (69). (Munteha, S. 85,Teravih bahsi. )

         Hatm ile kılmak mümkün olmayıp hatm yerine geçen on âyetle kılmak lâzım geldiğinde her rek’âtte tam sûre okumak da lâzımdır. Çünkü kıraetin vâcip mikdarı fâtiha ve zammı sûre olup üç kısa âyet veya bir uzun âyet de sûre yerine geçsede , fakat kerahatle olduğunu yukarıda  birçok nakilleriyle isbat  edilmişti. Bu tam sûre okumak yalnız farz namazlara mahsus olmayıp salâtı vitir ve sair nâfile namazların cümlesine şâmildir. Herhangi namaz olursa olsun hükmü böyledir. Tam sûre okunmazsa mekruhtur. Yalnız teravih namazı hatm ile kılındığında müstesnadır. Çünkü yukarda beyan edildiği gibi Hazret-i (Muâz ) efendimiz uzun sûre okuduğunda cemâ’atin hali müsaid olamıyacağını açıklanarak uzun sure okumakdan nehy vaki olmuştu. Hatmde ise uzun ve kısa surelerin hepsi okunması zaruridir. O halde (nehy) den kurtulmak için teravih hatm ile kılındığında Kur’an-ı Kerimi her rekatte bir sure okumak suretiyle değil de ayet sırasıyle, yahut sahife itibariyle, taksim etmek icab etmişti. Hatm ile kılınmayınca cemaatin tahammül edemiyeceği uzun sureleri okumak mecburiyeti kalmamış olduğu için her rekatte tam sure okumak lüzumu doğmuş oluyor.

         (Dürru Muhtar) da: Kıraetin vacib mikdarı farz namazların iki evvelki rekatlerinden ve vitir ve nafile namazların her bir rekatinde fatiha ve zammı suredir, diyor. (70) (İbni Abidin Kenarındaki Durru Muhtar, C.1, S. 336 namaz vaibleri bahsi)  Nafile tabirinin içinde sünnetler de dahildir. (Münteha) katibında:

         Nafile dendiğinden herhangi sünnet olursa olsun içinde dahildir. Yani sünnetlerin bir adı da nafiledir, diyor. (71) (Muhtaha S. 79) Teravih namazı da sünnet olup, sünnet de nafile tabirinin içinde dahil olunca hatm ile de kılınmayınca sair nafileler gibi fatiha ve bir tam sure ile kılınması lüzumu tahakkuk etmiştir. Eğer on ayetli sure ezberinde yoksa iki yahut üç sureyi cem’eder, on ayete ulaştırır. Bunda hafif bir kerahet var ise de böyle meşru bir maslahata mebni kerahet kalkar.

         (İbn-i Abidin) (Bahr) dan naklen: Fatihadan sonra birkaç sureyi cem’edecek olursa sacdei sehv veya namazı iade gibi bir şey lazım gelmez diyor.  (72)( İbni Abidin C. 1, S. 339) (İbn-i Abidin) (Münye) şerhinden naklen: Sabah namazında cemaate  ulaşamayacağını anlarsa iki rekat sünneti terk eder. Zira farzı cemaatle eda etmek sünneti, daha kuvvelti bir sünnettir. Daha kuvvetli bir sünneti yerine getirmek için hafifi terk edilir. Eğer sünneti hafifçe kılarak cemaate ulaşacağını anlarsa sünneti kılar ve cemaate ulaşmak için iki rekat sünnetin içindeki Euz-ü besmele gibi Sübhaneke gibi, rüku ve sücud  tesbihleri gibi sünnetleri terk eder. Zira daha kuvvetli bir sünnete ulaşmak  için bir sünnetin terki caiz olur diyor.  (73) (İbni Abidin  C.1, S. 398) (Münteha) kitabında: Terki tenzihen mekruh olan şeyler, daha mühim bir tercih edilen meşru maksada bırakmak ise affedilmiştir. (74) (Muhteha Elenhur, S. 64, Okuma bahsi)  Şu halde fatihadan sonra birkaç sureyi cem etmek her ne kadar sünnete muhalif olup, tenzihan mekruh olması da icab ediyor ise de on ayetten aşağı olmayan bir sure ezberinde olmadığı için daha kuvvetli olan sünnet hatmi yerine getirmek maksadına mebni kerahetsiz olarak caiz olacağı anlaşılmış oluyor. Eğer on ayetli yalnız bir sure biliyorsa herrek’atte tekrar edebilir. (Damad) da birinci rekatte bir sure okuyup ikincide onu tekrar etmekte beis yoktur, diyor. (75) ( Damad, C. 1, S. 102 Okuma bahsi)

         İbn-i Abidin de böyle söylüyor. Fakat beis yoktur sözü tenzihen mekruh manasını ifade etmekte ise de yine meşru maslahata müstenid olduğu için mafudur. Burada maslahati meşruayı bırakmak harama yakın olan: sünnet hatmi yerine getirmektir. Bunun sünnet olması diğerlerinden daha kuvvetlidir. Velhasıl gerek imam olan ve gerek yalnız kılan kimse bu suretle hatm sünnetini yerine getirmekle mükelleftirler. Aksi takdirde kerahatten kurtulamazlar. Sünnet-i müekkedelerin kuvvet itibariyle birbirinden farklı olanları da vardır. (ibn-i Abidin) eğer  sünnet-i müekkede kuvvetli ise onun terki doğrudan doğruya tahrimen mekruh da olabilir. Eğer o kadar kuvvetli değil ise tenzihen mekruh olur diyor. (76) (İbni Abidin, C. 1, S. 482, namaz sünnetleri bahsi)  Teravih namazı bir sünnet-i müekkededir. Teravih içindeki hatm de: ayrıca bir sünnet-i müekkededir. Fakat teravih namazı hatm için meşru olmuş bir namaz olduğundan teravih namazı: vesail kabilinden olup, hatm de maksat kabilinden oluyor. Binaenaleyh; hatmin sünnet-i müekkedeliği, teravihin sünnet-i müekkedeliğinden daha kuvvetli oluyor. Şu halde hatmin terki tahrimen mekruh olmaktan uzak bir şey değildir. (İbn-i Abidin)  (Tahrir) kitabından naklen: Tenzilen mekruh olan şey hakikaten, ıstılahen, mecazen, lugaten, velhasıl her suretle nehyedilmiştir. Bırakılması matlubdur diyor ve (Elhizanetüssemerkandiyye) kitabı da: tenzihen mekruh olan şeyler menhiyat cümlesindendir, demiştir diyor. (77) (İbni Abidin C.1, S. 98 Abtez bahsi)  Ve (Mülteka) şerhinden naklen: namazın mekruh olması vacibin yahut sünnetin bütün bırakılmasına bağlı olmayıp, vacib yahut sünnet mikdarından az bir eksik okumakla da mekruh olur, diyor. (78) (İbni Adinin C. 1, S. 397 Okuma bahsi)  Ve kerahet-i tahrimiyye ile kılınan namazların mekruh olmıyacak şekilde iadesi vacibdir, diyor. Ve (Fethülkadir) kitabından naklen: Kerahet-i tahrimiyye ile kılınan namazların iadesi vacib olduğu gibi kerahat-i tenzihiyye ile kılınan namazların iadesi de  müstehabdır diyor. (79) (ibni Abidin C. 1, S. 336 keraheti tahrimle kılınan namaz iade edilir bahsi)  İmamın namazına bu suretle bir noksan arız olacak olursa, cemaat de ona müşterektir. (79) (ibni Abidin C. 1, S. 336 keraheti tahrimle kılınan namaz iade edilir bahsi)  Bunun tafsili şöyledir: İmam kıraetin sünnet mikdarına riayet etmiyecek olursa o imamın haline bakılır. Böyle hilaf-ı sünnet okumak sehven vaki olmuş ise, yahut sehven değil amma böyle sünnet bırakma adeti olmayıp her nasılsa bir defa yahut iki defa vaki olmuş bir şey ise tenzihen mekruh olup, hem kendisine hem de  cemaate o namazın iadesi müstahabdır. Yani yeniden kılarlar ise iyi etmiş olurlar. Lakin kılmayacak olurlar ise  günah da olmaz. Eğer böyle hilaf-i sünnet okumak adeti ise, yani her canı istediğinden böyle okuyuverin ve sünnete muhalif oldu diye mütessir ve mahcub da olmuyorsa kendisi günahkar olduğu gibi ona iktida eden cemaat de günehkar olurlar. Ve böyle kılınan namazın iadesi müstahab derecesinde kalmayıp, vacib olacağı (Şerhulmünye) den naklen yukarıda beyan edilmişti.

         (İbn-i Abidin) (Bahr) kitabında bırakması güneh olmak hususunda vacib ile sünnetin mertebeleri birdir diyor ise de, burası biraz tafsil ister. Evet terki günah olmak hususunda vacib ile sünnetin mertebeleri birdir. Lakin vacibin terkinden çıkan günah, sünnetin terkinden zuhur eden günahtan daha ağırdır, diyor. (80) (İbni Abidin C. 1, S. 618 iki Bayram bahsi) (Tahrir) kitabında: sünnet-i terk eden adam tazlil olunur ve Levne müstehab olur diyor. (Tazlil) olunur demek bu adam sapmıştır, çiziden çıkmıştır diye hükmolunur demektir. Ve (levm) olunur demek bu adam fena adamdır, sünneti terk ediyor, ayıp ediyor, utanmıyor diye herkes onu zemmedibilir demektir. (Telvih) kitabında: Sünnet-i müekkedeyi terk etmek harama yakındır diyor. (Nehr) kitabında: Sünneti terkeden adam ahalinin levm ve kabahatlendirmesine müstahak olduğu gibi biraz da günahkar olur diyor. Yine (Bahr) kitabında: Fukahanın sözlerinden anlaşıldığına göre günah vacib ve sünnet-i müekkedenin bırakılmasından ileri geliyor. Çünkü namazın sünnetlerini bırakan adamın ve bihassa namazı cemaatle kılmak sünnet-i müekkede olup, onu terkedenin terkinden ileri gelen günah, vacibin terkinden ileri gelen günahtan biraz hafif olur, diyor.

         (İbn-i Abidin) bu sözleri naklettikten sonra diyor ki: Bu sözlerin zahirinden, bir kere sünneti terk eden adam da günahkar olur gibi görünüyor  ise de (Tahrir) kitabının şerhinde bundan murad özürsüz ısrarla terketmektir, diyor. (Hulasa) kitabında: Ulemanın  bir kısmı, sünnetin teki günahtır dedi. Bir kısmı da günah değildir dedi. Bunların maksatları birdir. Yani; sünnetin terkini adet eden, canı istediğinde bu ayıb oluyor, günah oluyor diye kendisine endişe etmiyen adamların bırakılması; günahtır. Yoksa sünnet-i seniyyeye riayetkar olan bir adamın her nasılsa; bir defa, iki defa, terkedivermesi günah değildir. İşte bunu demek istiyorlar diyor. (Feyz) kitabı da: Meselenin hakikati bundan ibarettir diyor. (Münye) kitabı da ayniyle böyle söylüyor. (Münye) kitabının şarihi diyor ki: Bu günah sırf sünneti terk edivermenin cezası değildir, sünnetin kıymetini takdir etmediğinin ve alayhissalatü vesselam efendimizin müddet-i ömründe devam buyurduğu sünnete ehemmiyet vermemesinin cezasıdır. Bu kaide sünnet-i müekkedelerin kaffesinde daimi bir kaidedir. Herhangi sünneti terk ederse hükmü böyledir, diyor. (18)

         (Dürrü Muhtar) da: abdestte niyyet sünnet-i müekkededir. Terkeden günahkar olur diyor. (82) (İbni abidin Kenarındaki Durru Muhtar, C. 1, S. 79 Abtez bahsi)  Ve başını meshederken kaplama meshetmek sünnet-i müekkededir. Bunun terkine devam eden günahkardır diyor. (83) (ibni Abidin Kenarındaki Durru Muhtar, C. 1, S. 79 Abtez bahsi) (İbn-i Abidin) de: Kaplama meshin sünnet olduğuna (Feth) kitabı da hükmetmiştir. (Zahidi) nin (Gunye) kitabında: Bir adam özürsüz kaplama meshin terkine devam ederse günahkardır dediğini yazıp bunun üzerine (Feht) kitabı kendisi de: zannedersem bu günah sünnete ehemmiyet vermediğinden ileri geliyor dedi diyor. (84) (İbni Abidin C. 1, S. 89 Abtez bahsi) Velhasıl herhangi sünnet-i müekkede terkedilirse hükmü birdir.

         Yine (İbn-i Abidin) (Mabsut) kitabından naklen: Her münasebet geldikçe tekrar ediyoruz ki biz Hanefilere göre sünnet-i Müekkede vacib menzilesindedir. Nasıl ki vacibin terki günah oluyorsa sünnetin terki de günahtır, diyor. (85)(İbni Abidin C, 1. S. 610 Bayram bahsi) (Cevhere) kitabında (Ebulleys Essemerkandi) den naklen: Sünneti terk eden fasıktır ve inkar eden bid’at sahibidir, yani: Ehl-i sünnet velcemaat mezhebinden haricdir diyor. (86)(Cevhere, S. 5)

         İbn-i Abidin (Keydaniyye) şerhinden naklen, o da (Keşf) kitabından naklen: İmam-ı Muhammed Hazretleri: Eğer bir memleket ahalisi sünneti ısrarla terkederler ise o memleket üzerine harb açılır, ahalisi öldürülür dedi. Ve İmam-ı Ebu Yusuf Hazretleri de: Te’dib olunur dedi diyor. (18) (Damad) da: Namazı ceamaatle kılmak sünnet-i müekkede olduğu için bir memleket ahalisi cemaatle kılmağı terkederler ise o memleket vurulur ve ahalisi öldürülür. Eğer bir memleket ahalisi umumiyetle değil de bazıları terkediyorsa onlara dayak atılır ve ıslah olduğu anlaşılıncaya kadar hapsedilir, diyor. (87) (Damad ve multeka, C. 1, S. 103) (Münteha) kitabında: Namazı cemaatle kılmak sünnet-i müekkededir. Özürsüz terkine müsaade yoktur. Bir memleket halkı terk ederse kendilerine tenbihat icra edilir, namazı cemaatle kılınız denilir. Eğer kabul ederler ise ne ala. Yoksa üzerlerine harb açılır, ahalisi öldürülür, diyor. (88) (Muhteha Şerhi Multeka S. 65, Sünnet bahsi)

         İtiyad demek adet edinmek olup, adetin de şer’de ölçüsü beyan edilmemiş olduğundan, yukarıdaki uzun ayet meselesi gibi bunun da ahali arasında maruf olan manası ve ölçüsü murad olduğu şer’an taayyün etmiş oluyor. Adetin ne demek olduğunu herkes bilir ve onun ölçüsü herkesin yanında hazırdır. Bir adam bir şeyin üzerine ısrarlı olur, ikide birde yapar durursa işte o, onun adeti olur, bazan du bunun hilafını işlemiş olmasiyle adetini değiştirmiş olmaz. Mesela namazda sünnete göre okumak adeti olan bir adam bazan da hilaf-ı sünnet  okuyuvermiş olmasiyla edetini değiştirmiş, ve hilaf-ı sünnet okumağı adet edinmiş denmez. Bunun aksi de böyledir.  Hilaf-ı Sünnet okumak adeti olan bir adam da bazan sünnete göre okuyuvermiş olmasiyle o da adetini değiştirmiş ve sünnete göre okumak adeti olmuş denmez. Onun adeti yine hilaf-ı sünnet okumaktır. Ve herhangi zaman hilaf-ı sünnet okursa her defası onun hakkında günah kaydolur, çünkü adetenin icabını yapmıştır.

         Ve sünnet dendiğinde ulema arasında sünnet-i müekkede murad edilir. Binaenaleyh bu sünnetler hep müekkede demektir. Kerahet ve günah da: sünnet-i müekkedelerin bırakılması üzerine olmuştur.

         Eğer bunu imam yapacak olursa cemaat de ona müşterik olur.

         (ibn-i Abidin) de: Eğer imam namazda noksan bir şey yapacak olursa ondan imama ne lazım gelirse ayniyle o, cemaate de lazım gelir diyor. (79)

         (Dürrü Muhtar) da: sünneti terkeden adam eğer sünnetin hak olduğunu yani ona da riayetle mükellef olduğumuzu itikad ederek terkediyorsa o zaman yalnız günahkar olmakla kalır ve eğer ona da riyaet matlub olduğunu inkar ederse el’iyaz-ü billah büyük tehlikeye düşmüş olur, diyor. (89) (İbni Abidin Kenarı, Durru Muhtar, C. 1, S. 503, Namaz Sünnetleri.) İbn-i Abidin’de sünnet ehemmiyetsizlik ve kayıtsızlık yüzünden bırakılırsa o zaman yalnız günah olmakla kalır, yoksa sünneti hakir de görüyorsa, yani sünnete riayet ne lazım da diyorsa eliyüz-ü billah büyük tehlikedir, diyor. (18) (İbn-i Abidin) (Nehr) kitabından o da (Fetavayi Bezaziyye) den naklen, diyor ki, sünnetin hak olduğunu, yani ona da riayet şer’an matlub olduğunu, inkar etmek eliyaz-ü billah büyük tehlikedir diyor. Bunun üzerine İbn-i Abidin kendisi de diyor ki bunun büyük tehlike olmasının sebebi, sünnetin de ahkam-ı şeriyyeden biri olup bunun meşruiyyetinde, yani sünnete de riayet şer’an matlub olduğunda bütün din uleması ittifaklı bulunduklarından ileri gelir. Binaenaleyh; bir adem sünnetin dinde muteber ve icrası lazım olduğunu itikad etmezse eli’yaz-ü billah büyük tehikeye düşmüş olur, dikkat gerektir, diyor. (90) (İbni Abidin C.1, S. 349 Namaz Sünnetleri bahsi)

         Vitir namazı ve sünnetleri inkarı büyük tehlikedir diyenler inkarında büyük tehlike olup olmamak hususunda ulemanın birbirine muhalif bazı sözleri vardır. (İbni Abidin) bu sözleri tedkik ve tevfik ederek gerek vacible ve gerek sünnetle emal şer’an gerektiğini ve bıkarılması yasak nehyedilmiş olduğunu inkar etmek eliyazü billah büyük tehlike olduğunda her iki taraf müttefik bulunduğunu isbat ediyor. Şöyle ki ba’zı ulema, salatı vitir vacibdir ve bunu inkar tehlikeli değildir, zira vacib ve sünneti inkar büyük tehlike olamaz diyor. Bazı ulema da, bunun aksine olarak salat-ı vitir vacibdir, bunun inkar büyük tehlikedir. Zira vacib ve sünneti inkar  büyük tehlik olur, diyor.

         Bu iki söz birbirine muarız gibi görünüyor ise de filhakika muarız değildir. Her iki tarafın da maksadı birdir. Çünkü vitir namazını ve sünnetleri inkar büyük tehlike değildir, diyenlerin maksadı, vitir namazının vacib olduğunu ve sünnet olan şeylerin sünnet olduğunu inkar büyük tehlike değildir demek istiyorlar.

         Bu doğrudur, çünkü biz salatı vitre vacib diyoruz. Onun vacib değildir demekten maksadı belki vacib değil de sünnettir, yahut müstahabdır, yahut farzdır demek istiyor ve bizim sünnet dediğimiz şeylere de bu sünnet değildir demekten maksadı; belki sünnet değil de vacibdir yahut müstehabdır demek istiyor. Delilinde şüphe eder de onun için böyle şeyleri söylemiş olabilir. Salatı vitrin cavib olduğu ve bizin sünnet bildiğimiz şeylerin hepsinin sünnet olduğu icma’la sabit ve dinin zaruriyatından olan şeyler değildir. Binaenaleyh, böyle söylenen sözler şeri’ate itiraz ve tahkir mahiyetinde değildir. Şeri’ate doğrudan doğruya itiraz ve tahkir mahiyetinde olmıyan sözler büyük tehlike sayılmaz.

         Vitir namazına ve sünnetleri inkarı büyük tehlikedir diyenlerin maksadı da: vacib ve sünnet olan şeyleri işlemekle mükellef olduğumuzu ve terkinden nehyolunduğumuz, inkar etmek, yani vacib veya sünneti işlemek ne lazım terkinden ne çıkar deyivermesi büyük tehlikedir demek istiyorlar. Bu da doğrudur. Çünkü; icma’la sabit olan şeyleri inkar, bilumum Hanefi ulemasına göre ve diğer mezhebler ulemasının bir kısmına göre büyük tehlikedir ve dinin zaruriyatından olan bir şeyin inkarı büyük tehlike olduğunda bütün ulemayı din, yani muteber mezhebler ulemasının hepsi müttefiktirler. Vacib ve sünnetle amel şer’an matbul olduğu da hem icma’la sabit hem de dinin zaruriyatından olan bir meseledir. Binaenaleyh ulemanın birbirine muhalif görünen sözleri arasında noktai nazarları başka olduğu için tearuz yoktur, vacib veya sünnet olduğu malum olan şeylerle amel matlub olduğunu inkar etmek büyük tehlike olduğundan hepsi müttefiktirler, diyor. (91)(İbni Abidin C. 1, S. 490 Vitir ve Nafileler bahsi)